Sözcüklerim, ayak izlerim benim.
Dönüp arkama baktım. Zamanın aynasına dokunan gözlerimle yürüdüm. Gökkuşağımsı köprülerden geçip gittim. Bana ses verdiler, onları buldum. Hangi taşın altını kaldırdıysam; bilmeden, farkına varmadan, kendiliğinden, acemice, yaşar gibi bıraktığım sözcükler, yosundan kozalarının içinde uçuşmaya hazır kelebekler, beni bekliyorlardı. Dilimle dokundum, ağzıma doluştular. Kırların içinde meraklı, yasaksız, ıslıklarla koşuşturan yaramaz çocukluğum gibi özgür; sokakları dalgalandıran gençliğim gibi isyankârdılar. Yanımda getirdiğim, evcilleşmiş, gelgitlerin köşelerini törpüleyip yuvarlaklaştırdığı çakıltaşlarına vurdum onları, çoğaldılar.
***
“Şöyle bir cümle kurdum” demeyi hiç benimseyemedim ben. “Cümle kurmak”, sözcüklere belli kılıflar giydirerek ardı ardına dizelemek, onları önceden belirlenmiş kalıplar içinde tutsak etmek gibi geliyor bana. Yapılan bu değilse de, önceden ortaya konan niyet onu işaret ediyor sanki. Biriktirdiğim, kumbarama doldurduğum sözcükleri başına buyruk bırakmak istiyorum, yapabildiğim kadarıyla. Onları birer birer ortalığa çıkarıp dökmek yeterli gibi geliyor. Nasılsa kendi aralarında anlaşıp, söylenmek isteneni en anlaşılır biçimde ifade etmeyi bilir sözcüklerim.
Sesli okumalara…
Sözcükler… bir araya gelip de ne söylemek istediğimi söyleyen sözcükler..